2003 yılında kaleme aldığım bir yazı dolaşıyor mail guruplarında…
Dönüp dolaşıp 3 yıl sonra beni tekrar buldu….
Yılmaz Erdoğan’ın bir şiirini hoşgörüsüne sığınarak, esprili bir dille turizme çevirmiştim!
Doğrusu benim için de hoş bir nostalji oldu…
Bugün, arkadaşların “tekrar yayınlayalım” ısrarı ile yeniden yayınlıyorum!
4 yıldır hiçbir şey değişmemiş…
Tam yoğun turizm sezonu başlayacakken
kopan krizler yüzünden vazgeçtim
turizmci olmaktan
ve Her Şey Dahil
Sistemi ile bitmeye başlamıştı
Kaliteli turizm çoktan…
Ben Avrupalı turistlerin Kemer’e akın edebilme imkanını sevdim…
Kemer sokaklarının turistsiz bomboş olduğu kış aylarında
(Ankara`da karbon monoksit sonbaharlar yaşanırdı o zaman)
özlemeye başladım turistleri…
Ve bu hasret öyle uzun sürdü ki,
turistlerin otelleri ve çarşıları doldurmalarını özlemeye başladım sonra…
Bizim İskandinav turistlerimiz vardı…
Bir de Avrupalı üst düzey turistlerin gelebilme imkanı…
Nasıl olsa bunların ardı arkası kesilmez diye, çarşılarda ve bazı tesislerde
turistler yolunacak kaz gibi görülmeye başlandı…
Ben kuyumcu oluyordum sen halıcı, geri kalanlar konfeksiyoncu…
Portakal bahçelerinin üzerine geniş beş yıldızlı Oteller kuruluyordu,
İsimleri Türkçe’ye inat tamamen yabancı dillerde…
Ağabeylerimizden öğrendik, imitasyon malları orijinal fiyatına satmayı…
Kemer’e usul-usul yağmur yağıyordu.
Ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öneriyordu haber bültenleri
Kemer’e usul-usul Rus turist yağıyordu…
Ve belli bir saatten sonra sokaklarda sarhoŞ insanların
gezdiğini söylüyordu haber bültenleri…
Oysa hiç sarhoş gezmedim ben…
Ve hiçbir mahkeme tutanağına geçmedi adım…
Turistlere kötü muamele yapan hanutçuların
yanında sevimli bir çocuk yüzüydüm ben…
Turistlere kötü muamele yapmayın diyorlardı ilgililer ve
onları yolunacak kaz gibi görmeyin
ama dinleyen yoktu…
Ben, Kemer’in turistlerle dolabilme ihtimalini seviyordum, günün her saatinde…
Turistler rehberli servislerle otellerden büyük alışveriş merkezlerine götürülüyordu…
Ben, turistlerin rehberler önderliğinde çarŞı da ve tarihi yerlerde
gezebilme ihtimalini seviyordum…
Ben, turistlerin Kemer’e akın edebilme ihtimalini seviyordum.
Kemer sıcağı turistlerin tenini bronzlaştırıyordu…
Sonra tur otobüsü oluyordum,
Kemer’e turist getirebilme kaygısı ile…
Ne yana baksam deniz, kum, güneş üçgeni oysa turizm çeşitlendirilebilirdi…
Turistlere kötü muamele yapanlara kızıyordum bir süre…
Yanımızdan geçen tur otobüsleri ile yarışıyordum,
Gözlerim “Turist patlaması yaşanıyor” haberlerinde…
Uçak oluyordum…
Avrupa’dan Rusya’dan turist getiren…
Yapılan yanlışları gördükçe yazmaya devam ediyordum…
Üzerinden pervasızca alınan kumlar nedeni ile bozulan ve her kış taşıp sel tehlikesi yaratan Ağva deresinin sesini başına koyuyordum Şarkılarımın listesinin…
Korkuyordum…
Sonra iniyordum tur otobüsünden…
Çarşıdan gazeteye giden,
ömrümün en uzun,
ömrümün en kısa,
ömrümün en çocuk,
ömrümün en boş yolunu koşuyordum…
Çünkü turist az oluyordu yollarda
olanlar ise alışveriş etmiyordu…
Tam yoğun turizm sezonu başlayacakken
kopan krizler yüzünden vazgeçtim
turizmci olmaktan
ve Her Şey Dahil
Sistemi ile bitmeye başlamıştı
Kaliteli turizm çoktan…
Ben elit turistlerin Kemer’e gelişini…
Ben turizmin (sadece deniz-kum-güneş değil) çeşitliliğini…
Ben turistlerin, Kemer’in tarihi mistik kokuları saçan her sokağında huzur içinde…
Ben onların tesislerimizi, çarŞımızı, tarihi yerlerimizi, yani bir marka olacağı günü bekleyerek…
Ben turistlerin,
Kemer’e akın edebilme ihtimalini sevdim!
5 Eylül 2007