Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş.
Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış.
Yağmurların ve güneşin etkisi ile müthiş hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacıyla aynı boya gelmiş…
Bir gün kabak filizi, dayanamayıp sormuş kavağa;
“Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?”
“On yılda” demiş kavak!
“On yılda mı?” diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak…
“Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!..”
“Doğru” demiş ağaç…
“Doğru…”
Aradan günler geçmiş…
Sonbaharın ilk rüzgarları başladığında kabak önce üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış!
Sormuş endişe ile kavağa:
“Neler oluyor bana ağaç?..”
“Ölüyorsun.” demiş kavak…
“Neden?”
“Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için…”
Umuyorum, bugün birileri çıkıp da…
“Bunu kimin için yazdın?” diye sormaz…
Bu memlekette çınarlara, kavaklara sarılıp filizlenen, sonrada ulu bir ağaç oldum diye böbürlenen çok kabak var!
Siyasette…
Esnaflar ve otelciler içinde…
Artık kabak tadı veren “ne oldum!” delileri…
Kabak tadı verdikleri için her zaman yazmaya ben utanır oldum!
Bir de iki fırtınaya dayanamayan kavaklar var!
Kabağa suç, kusur bulan…
Boynuz kulak misaline inat yaşayan…
Uzun lafın kısası..
Elbiseyi biz diktik!
Siz, giydirin uyana…
Her şeyin gönlünüzce geçeceği bir hafta dileklerimle…
Sözün bittiği yer
“Sen neye hazırsan, o da senin için hazır…”
30 Mart 2008