Kemer’i seviyorsun değil mi?
Sevmiyorum bu kurtlar sofrasını deme çünkü yalan söylüyorsun!
Dün akşam çam ağaçlarının yükseldiği yalçın dağları izliyordun… O kocaman gözlerin kısılmış, küçücük olmuşlardı… Bilirim ben bu hali… Derinlere dalmıştın. Benim yanına geldiğimi bile hissetmedin.
Hatırlıyor musun?
“Ne zamandan beri yanımdaydın?” diye sormuştun bana…
Sonra beraber Kemer’in sevmediğimiz ve bir türlü ısınamadığımız yanlarını sıralamıştık birbirimize.
10-15 yıl sonrasının düşüne dalıp, masal gibi anlatmıştık…
Bir cuma akşamıydı.
Kemer’in 23:00 suları voltasını atıyordum. Kaldırımlarda tek tük yalnız gecelerin salınan yanları, küstah karanlık, acı çektirmelerdeydi. Sorunlarına dalmışlardı insanlar.
Kemer mi? ikinci plandaydı.
Yaz boyu diskotek köşelerinde beş para etmez düşlere gömüp uykuları, kanayan yanları unutturan hayatın yalancı yüzüne bakıp gerçekle yalan arası gidip gelen mavi tiren sonrası hüzünleriydi bu!
Sinirli adamlar tanıyorum…
Sinirli insanlar…
Kış aylarında geleceğin neler getireceğinden bi haber yalnızca o günü yaşayan…
Yazın turist kızların peşinde adressiz, uzak, ıssız, kuytu köşelerde bar yada eğlencelik mekanlar arayan…
Avrupa Birliği sevdasını, yüzüne sütlaç etmiş yalayan, ancak bir türlü bitmeyen bu sevdanın gerçek dışı vagonlarında yolculuk ederek, “Birgün gelecek o durak” diye avunan avare aşıklar.
Yalancı emzikler vardı sanki insanların ağızlarında.
Hayalperest fidanlar ekiyorlardı her sabah toprak yolun çorak yanlarına…
Ne yağmur yağacak sanki o topraklara nede fidanlar yeşerecek, seni büyük hayallerine taşımak için…
Biliyorsun…
Karamsar atkılarımız var bizim sabahın erken saatlerinde, ağzımızı, gözümüzü ve kulaklarımızı saran. Akşam olunca uyku öncesi çıkarıp; bir şey duymadım, görmedim, bilmiyorum mazeretine sığındıran….
Öfkelerimiz var bizim sinsi yanları açığa çıkaran…
Peki ya açlık? Somali sırtlarında bir deri bir kemik kalmış insanlığa yas tutan…
Peki ya belediyelerin Anadolu’da dağıttığı bedava ekmek için birbirini ezen, döven, üzerlerinde hüzünlü bulutları taşıyan insanım…
“Popülist olma” deme bana…
Popülist kültürlerin yeşermediği bir dönüm araziyi tarif etsene! İnsanların güler yüzler takınarak sabah selamlarını birbirlerinden esirgemediği…
Kemer…
Günaydıncılar çoktan taşındılar buradan…
Şimdi şeytan çıkmazı sokaklarında çelik çomak oynuyor bazı adamlar.
Haber spikerliğine heves etmiş bazıları, voltajı düşük elli beş ekranlarda, gelecek olan seçimin propagandalarını savuruyorlar en diksiyonu bozuk halleri ile…
Masallar anlatıyor bazıları, sihirli değneklerinin dokunduğu her çiçek açıyor ve açan her çiçek biraz sonra solgun, biraz sonra dallarından koparılarak, koyuldukları cam vazoların içlerinde, sevmedikleri masalcının sinsi gözlerine bakıyorlar.
Polyanacılığın nerede kaldı?
Öyle ya! sabahları koşsana çam ağaçlarının dizildiği Fransız tatil köyünün yolunda…
Umutla, aşkla, ciğerlerini kanatırcasına…
Sanki yağmur yağacak birazdan ve her türlü kötülüğü arındıracak içimizden, hevesiyle…
Koş!..
Koş ki, ardında kalsın haksızlığın veba gibi dolaştığı yerler…
Hatırladın mı?..
Kemer’i seviyorsun değil mi?
Sevmiyorum bu kurtlar sofrasını deme, çünkü yalan söylüyorsun…
Sen de seviyorsun benim gibi; çevresinde çam ağaçlarının yükseldiği yalçın dağların sahille arasında kalan bu güzel kenti…
Sözün bittiği yer
“Bir halkın acıları, iniltileri ortasında keyif sürmek, krallık değil, zindan bekçiliği etmektir.. Thomas More”
26 Kasım 2023 / Saffet Yenigün – Kemer