Rusya’da yaşanan gelişmeleri ya da yaşatılan gelişmeleri izleyenlerdenim!
Yaşatılan gelişmeler diyorum…
Çünkü özellikle son iki yıldır başlayan propagandanın adresi olan televizyon kanalları ve bazı basılı yayınlar, karalama kampanyalarına bir anda başlamışlar ve bu kampanyayı birlikte sürdürmüşler!
Bu olay, “yaşatılan” sözünün doğruluğunu yansıtıyor…
Bu nedenle, olaya “karanlık bir senaryo” deyimi ile yaklaşmak da doğru bir adım olacaktır.
Kampanyayı gerçekleştiren televizyon kanalları ve basılı yayınların reklam verenleri ve destekçileri malum; İspanya, İtalya ve Kıbrıs Rum kesimi…
Neticede özellikle Antalya bölgesinde yaşanan Rus turist potansiyelinde ki artışı çekemeyen ülkelerin para karşılığı geçen seneden bu yana sürdürdükleri operasyonun devamı!
KETAV ve KETOB Başkanı Mustafa Çalık’ın da Rusya’da ki acente sahipleri ile yaptığı görüşmelerden aktardığı, aralıksız süren bu kampanyaların Ruslar için çok fazla şey ifade etmediği…
Çünkü, Rusların büyük çoğunluğu bu tür yayınların amaçlı olduğunun farkında!
Boş durmamak tabii ki gerekli…
Özelikle devlet televizyonlarına karşılık ülkemizin Turizm Bakanlığı kanalı ile girişimlerde bulunması şart!
Bu haberler nedeni ile Rus müşteri potansiyelini suçlamakta anlamsız…
Çünkü, anlayabildiğimiz kadarı ile bu durumun tek sorumluları rakip turizm ülkeleri!
Ancak, benim bu haberler arasında en fazla dikkatimi çeken, bir Rus kızın Türk aşkını anlattığı ve aldatılmasının, terk edilmesinin ardından ülkemizi kötüleyen yorumları da içeren bir yazıyı kaleme aldığı kitap!
Ayrıca bu kitabın Rusya’da 2 milyon satması!
Böyle bir kitabın Rusya’da iki milyon satması ne getirir yada ne götürür oda bir tartışma konusu!
Bana kalırsa bu kitap ters etki yapar!
Bizim “yazsam roman olur” diyen gençler ellerine kalem alıp Rus kızları ile yaşadıklarını yazsalar o roman da emin olun Rusya’da rekor kırar!
Esasen işin Rus halkı açısından baktığınız zaman görünen yüzü saçmalıklarla dolu!
Halkın böyle bir problemi yok!
Yaşamlarının en güzel dakikalarını en ucuz rakamlara dünyanın turizm cennetlerinden birinde yaşıyorlar!
Kapıdan kovsanız bile bacadan girerler…
Rus hükümeti pranga vursa, firar ederler!
***
Gelen bu iletiye söyleyecek tek kelime bulamıyorum!
Teşekkürler dost!
“Yük ve yol
Hamalsan iki şey önemli oluyor senin için; yük ve yol…
Ancak sırtına aldığın yükle bu mesafeyi aşabilirsen, ücret mevzu bahis oluyor. Aksi olursa, cereme çekiyorsun!
Bunu düşünüyordum. Yanımdaki hamalla yola çıktık. İhtiyardı. Kendinden büyük bir yük almıştı. Benim sırtımda ise birkaç bavul vardı sadece, onunkinin çeyreği… Diyordum ki içimden “Çok gitmeden kıvrılırsa titreyen bacakları, yüklenirim sırtındaki yükün yarısını!..”
Nitekim, çok geçmeden dedi ki: “Mola vakti. Gel biraz dinlenelim!…
“Ne molası, dedim ona hayretle. Ben daha terlemedim bile!..”
Sözüme aldırmadı. Durdu. Çöktü. Salarken yükünün ipini “Sen de dinlen hadi” dedi. Benim canım sıkılmıştı bu işe. Genç olduğumu, ondan kuvvetli olduğumu, bunun gibi bir bunakla yola çıkmamın ne büyük hata olduğunu düşünüyordum. O ihtiyar, bir bacağını azıcık uzatmış halde sessizce dinleniyorken, ben huzursuz bir şekilde ayakta dolanıyordum.
Bir saat kadar sonra yine durdu, oturdu, dinlendi. Ben kızgınlıkla dolandım etrafında…
“Yükünü indirip sen de dinlen”, demesine aldırmadım, ona daha çok kızdım…
Sonra yine durdu. Bana da “dinlenmemi” söyledi yine ama dinlenmedim.
Yarım saat sonra “dinlenelim mi” diye sordu, aksi aksi başımı salladım…
Kaçıncı molasıydı hatırlamıyorum, birden bire dizlerimin bağı çözüldü.
Kafamın içinde uçuşan kara kara sinekler sustu, çöküp kaldım. Kayış kolumdan çıktı, sırtımdaki bavullar kaydı. Ne kadar zaman geçtiğini fark etmedim.
Uyumuştum da uyandım mı, yoksa bayılmıştım da ayıldım mı anlamadım…
Baktım kendi kocaman yükünün üzerine benim bavullarımı da bağlamıştı.
Küçük tasına birazcık su koyup dudağıma dayadı, içtim. Sonra koluma girerek; “Hadi kalk, dedi. Bana yaslan. Ağır ağır gider ve bir süre sonra gene dinleniriz.”
Dediğini yaptım. Omzundan güç aldım, ama asıl anlattıkları iyi geldi bana.
“Ben yılların hamalıyım, dedi. Nice pehlivan yapılı adamlar gördüm. Çoğu, dinlenmek istemediklerinden yükleriyle birlikte kendilerini de toprağa serdiler sonunda… Yolda gördüğümüz saçılmış kuru kemiklerin çoğu, anlattığım bu insanlara ait…
Halbuki bir yükü “taşımak” bizim işimiz, “altında ezilmek” değil!..
Unutma ki bir yük taşıdıkça ağırlaşır. Dinlenerek sen yükünü hafifletiyorsun! Belki günün birinde hamallığın şekli değişir. Belki o günleri ben göremem.
Ama sen kavuşursan o zamanlara, aman ha, kafanın içinde de sakın yük taşıma…
Akşamları bırak ve hafifle…
Sabah dinlenmiş olarak yeniden tekrar taşırsın yükünü.
Bizim işimiz, bugünü yarına taşımak, bugünün altında yok olmak değil.
Çünkü yarınlarda bizi bekleyenler var, taşıdıklarımızı bekleyenler var…
17 Haziran 2006 Saffet Yenigün