MHP’nin yaptığı açıklama, sürpriz olmadı!
Üç meclis üyesi şimdi ihraç kapısında bekliyor…
Mustafa Bilici, Süleyman Seraki ve Yusuf Aktaş…
Bir siyasi partiden ihraç edilmek, gerçek anlamda partiliyseniz ve partinin ruhuna, ideolojine sarılmış bir insansanız sizin için oldukça zordur!
Burada Bilici ve Seraki’yi, Aktaş’tan ayırmak lazım…
Bilindiği gibi Mustafa Bilici ve Süleyman Seraki, MHP’ye Mustafa Gül’ün yanında Meclis listesine girince dahil oldu!
Hatta Mustafa Bilici, Meclis toplantısından birkaç gün önce yakın çevresine partiden ayrılacağının sinyallerini veriyordu!
Yusuf Aktaş…
Kendisini bildi bileli MHP’lidir..
Milliyetçi Hareket Partisi içerisinde bir dava adamı olarak öne çıkar…
Hatta bu kavga uğruna okuduğu üniversiteyi bile değiştirmek zorunda kalmıştır!
MHP Kemer İlçe teşkilatının kurucularındandır!
Esas şaşkınlık da burada!
Bir karar, insanın damarlarına kadar işleyen ideolojiyi yok etmez…
İtibarı zedeler…
Bu manada beni şaşırtan tek isim Yusuf Aktaş olmuştur!
Hatta Aktaş, toplantıya katılıp partinin kararına uyup “ret” oyu bile kullansa kararın değişikliğinde bir etkisi de olmayacaktı!
Şimdi düştüğü durum başta altını çizdiğim “bir partili için zor olan durumdur”
Bilici ve Seraki için farklı olan durum…
Aktaş için çok daha farklı!
Toplantıya katılmaması, kararı onaylaması manasına gelmiş, doğrudur..
Ancak, benim bildiğim Yusuf Aktaş, şahsi çıkarlarını partinin çıkarlarının önünde tutmaz…
Bu manada onu tanıyanların merakını gidermesi ve bu konuyla ilgili bir beyanatta bulunması dileğindeyiz…
Parti’nin kararı dışında bana göre meclisteki durum, Ekim ayı meclisinde iyiden iyiye şekil kazanacaktır…
Bu nedenle Ekim ayı Meclis toplantısı daha fazla mercek altında olacak…
Muhalefet ve iktidar konusunda bu mecliste taşlar yerine oturacaktır!
Kim iktidar, kim muhalefet? sorusunun yanıtına da bu mecliste ulaşmış olacağız…
Sözün bittiği yer
Bir gün insan virgülü kaybetti… O zaman zor cümlelerden korkar oldu ve basit ifadeler kullanmaya başladı. Cümleleri basitleşince düşünceleri de basitleşti. Bir başka gün “ünlem işareti”ni kaybetti. Alçak bir sesle ve ses tonunu değiştirmeden konuşmaya başladı. Bir süre sonra “soru işareti”ni kaybetti ve soru sormaz oldu. Hiç bir şey ama hiç bir şey onu ilgilendirmiyordu. Ne kâinat ne dünya ne de kendi umrundaydı. Bir kaç yıl sonra “iki nokta üstüste işareti”ni kaybetti ve davranış sebebini başkalarına açıklamaktan vazgeçti. Ömrünün sonuna doğru elinde yalnız “tırnak işareti” kalmıştı. Kendine özgü tek bir düşüncesi yoktu. Son olarak “nokta”ya gelindiğinde düşünmeyi ve konuşmayı unutmuş durumdaydı. Kandevski
20 Eylül 2007