Fransa meclisinin aldığı kararın ve sanki büyük bir tesadüfmüşçesine “Türkler Ermenileri kesti” diyen romancımıza Nobel’in verilmesinin yankıları sürerken, kaleme aldığım bu yazı Kemer’den Fransa’ya ulaşan ve tarihin gerçek yüzünü her defasında Fransızlara nasıl gösterdiğinin bir kanıtı olarak durmaktadır karşımızda!
Evet, 1917 yılında Kemer’den Fransa’ya ulaşan bir dersten bahsediyorum!
Kemer Belediyesi eski Meclis üyesi Ramazan Kar, hazırlık aşamasında olan kitabından birkaç nüsha ile geldi ziyaretimize…
Kemer’in tarihçesi hususunda yaptığı dev çalışmayı konuştuk önce…
Tamamlandığında yalnızca Kemer değil Türkiye için de son derece önemli bir tarihi kaynak olacak çalışmasından örnekleri anlattı!
En az kendisi kadar heyecanlandım Kar’ı dinlerken…
Gerçekten de Kemer için önemli bir isim; “Ramazan Kar”
Mustafa Aydemir’in çıkardığı ve tarihi bir olayı gözler önüne seren “Ben bir Türk Zabitiyim” kitabına da önemli katkıları olmuştu Kar’ın…
Elinde tuttuğu nüshalar Fransa meclisinin aldığı ve tarihe kara bir leke olarak düşen karara Kemer’den uzanan bir yanıtın öyküsünü içeriyordu!
Mustafa Aydemir’in de kitabında yer bulan bu nüsha, Fransa’nın ünlü edebiyatçısı ve Türk dostu olarak tanınan Piyer Loti’nin 1917 yılında Figaro gazetesinde kaleme aldığı yazısıydı!
Kemer’de batıktan çıkan kahraman Yüzbaşı Mustafa Ertuğrul’un Fransız esirlerine yaptığı muamele ve o yıllarda da Ermeni lobisinin Fransızlara yaptığı baskıyı aktarıyordu Piyerloti…
İşte Fransızlara Kemer’den uzanan bir tarih dersi;
Piyer Loti’nin kaleminden…
“Kırım muharebesinden beri Türkler için, en fena düşmanları ile birlikte aleyhlerine yürümekten, en müfrit metalip dermayen etmekten ve bunlardan başka gazetelerimizde mütemadiyen onları tahkire devam etmekten başka ne yaptık? Bütün bunlara rağmen mazinin bu kahraman müttefiklerine, ta birinci Fransuva zamanından beri bize sadık kalan fakat bugün Rus Çarlığı tarafından asırlardan beri maruz kaldığı ezilmek,mahfedilmek tehdidinden kurtulmak için Almanya’ nın ağuşuna atılmasını fırsat addederek bize ait muhabbetleri inkar olunan Türklere kızmak, hiddetlenmek saflığını gösteriyoruz.
Rica ederim bize ne yaptılar? Her şeyden mes’ ul olan ittihat ve terakki cemiyetinin Türkiye’de son derece ehemmiyetsiz ve tamamiyle Alman pençesinde zebun bir ekalliyeti temsil ettiğini yirmi dört azasından ancak beşi hakiki Türk bulunduğu diğerlerinin şuradan buradan gelme bir takım yabancılardan, Rumlardan, Yahudilerden, Ermenilerden.. mürekkep olduğunu hatırlatmak pek lazım bir harekettir.
Vilson, itilaf devletlerince kabul edilen programında “Osmanlı İmparatorluğu’nun bugünkü aksamında Türk tamamiyetini tahtı kefalete alınacaktır” diyordu. Fakat, Levantenlerin propagandası, dedikodusu tesirini mükemmelen icra etti. Şimdi garpta hatta Fransa’ da kanaat getirildi ki; Türkler kanun haricinde bir takım edna mahluklardır. Sulh konferansında yalnız onların düşmanları dinlendi. Bedbaht memleketlerin de son derece kesif bir ekseriyetleri ve vahdetleri yok mu? Vatanlarında karışıklık çıkarmak için uğraşan kötü casusların tesirile Türkleri ümitsiz bir harekete sevk etmekten korkmalı mıyız? Muharebe esnasında bizim askerlerimize müstesna muamele etmediler mi? Bunu inkar edecek kimse var mı? İşte bizim şimdi onlara karşı şükranımız… Perişanlıkları içinde her cihetten felaketler arasında yine bana hitap ediyorlar. Fakat hey hat ben ne yapabilirim? Sesimi işittirmek için kendilerini hakikaten tanıyan bir çok Fransızların seslerini işittirmek için ne yapmalı Paris’ in bütün gazete idarehaneleri onların düşmanları olan Ermeniler, Rumlar, ve her renkten Levantenlerle dolmuştur.
Bu Türk düşmanları onları tamamiyle mahvolmuş görüyorlar. Ve aralarında paylaşmak için birbirleriyle didişiyorlar. Hiçbir tesir hasıl edeceğini ümit etmeksizin kendilerinin en mühim müdafaa cemiyetlerinin birisinden aldığım bir telgrafı aynen naklediyorum.
( İtilaf devletleri tarafından vadolunan adalet umdelerine zıt olarak konferansta Türk vatanının talihi hakkındaki yesimiz içinde nazarlarımızı size doğru çeviriyoruz. Büyük Fransız milletinin hakkımızda bariz bir insafsızlığın reva göreceğini ümit etmeyerek birinci Fransova torunlarının hakkımızda bu kadar fena bir talihi kabul etmeye uluvvü cenapları mani olacağını hatırlatmanızı istirham ederiz.)
Uluvvü cenap diyorlar! Milletlerin en alicenabı olan bizim sevgili Fransa’mız da da bu kelimenin manası yoktur. Heyhat heyhat benim aciz sadam hiçbir şey yapamaz. Türkiye aleyhinde her taraftan yağdırılan hakaretlerin önüne geçemez. Mamafih mağluplar hakkında bu kadar merhametsiz hareket etmek Fransızlara yakışmaz. Oh biliyorum, onlara küfredenler ayağını şarka basmayanlardır. Türklere küfredenler o adamlardır ki eski batıl fikirler kendilerini kör etmiştir. Azgın bir propagandanın ekserisi halis Ermenilerdir, o halde onların sözleri Türkler hakkında ne kadar doğru olabilir. Hem de bu propaganda kendisini müdafaa etmek zamanına ve azmine malik olmayan bir hal hakkında yapılırsa…
Elimde harbin daha başlangıcında Ermenilerin nasıl katliam teşviklerinde bulunduklarını ispat edecek gayet mühim resmi, hakiki birçok vesikalar var. O vakit Ermeniler Osmanlı tebaasından idiler. Müsterihimdiler. Bununla beraber onlar memleketi istila eden Rus ordularına kılavuzluk ve casusluk için koşmaktan geri durmadılar. Şehirlerde kasabalarda memleketi istila eden orduya yalnız Türk evlerini göstermiyorlar, bizzat ve birinci olarak onları kendileri yakıyorlar. Türkleri, işkencelere katliamlara maruz bırakıyorlardı. Muharebe esnasında kendi memleketi içinde yapılan bu gibi hiyanetleri şiddetle ezmeyecek dünyada hangi millet vardır?
Sözüme nihayet vermek için vatandaşlarıma yalnız şunu sormak isterim.
Şarktan gelen askerlerimizin, zabitlerimizin biraz söylediklerini dinleyelim. Bizim için çok kıymetli bir müttefik olabilmesi kabil olan bu kahraman millete idam kararını vermek için bizi icbar eden sebepleri bilmiyorum. Şarktaki zabitlerimizin askerlerimizin yüzlerce mektubunu taşıyorum. Bu mektuplar ihtiyari bir tahassüsle yazılmıştır. Levantenlerden nefretle bahsediyorlar. Yalnız kahraman Türkler için o kadar muhabbetkar bir lisan kullanıyorlar ki içlerinden bana ızdırabım içinde haz veren bir tanesini aynen buraya nakledeceğim. “Oh Türk vahşetleri Ermeni kitalleri ile kafalar öyle dolduruldu ki… sonra Türklerin bizim mecruhlarımız ve esirlerimiz hakkında gösterdikleri ihtimamdan bahsederek ( bize hatlar arasında düşen mecruhlarımızı bombardıman edecekleri zaman orayı tahliye etmemiz için haber veriyorlardı…) bu mektupların hepsi imzalıdır. Adresleri bildirilmiştir. Ve hepside kendilerini şahadet için çağırmakta tereddüt göstermememi rica ediyorlar.
Oh! Kahraman bahriye zabitlerinden birinin gönderdiği uzun mektubu ne büyük heyecanla okudum. Şanlı sefine baştan başa delinir. Ve büyük Fransız bayrağını daima yüksekte tutarak batar. Kahraman zabit ve birçok yaralı neferlerle beraber geminin enkazına tutunarak ölü denecek bir halde sahile doğru yüzmeye başlarlar. Türkler, almanlar gibi mitralyözlerle karşılayacak yerde çıkabilecek yeri gösterirler.
Gönderecek sandalları bulamadığından kurtarmak, yardım etmek için bizzat denize atılırlar. Müfrezeye kumanda eden Türk zabiti selam verdikten sonra dostane bir tavırla elini uzatır tayfalara varıncaya kadar merasimi askeriyeyi ifa eder. Sonra Fransız lisanı ile, üç renkli bayrağa karşı silah atmak mecburiyetinde kaldığından beyanı teessür eder. Soğuktan yorgunluktan bitap bulunan askerlerimizi ısıtırlar, giydirirler, yaralarını müşfikane sararlar.
Temini istirahatları için ne yapmak lazımsa yaparlar. Biraz sonra civar kasabada ki hastaneye sevk olunurlar. Yolda bir sürü halk etraflarını alır, sövüp saymaya başlarlar, bahriye zabiti yeni Türk dostuna şikayet eder. O da, bir kırbaç ile halkı dağıtarak “Oh demiştir” Fakat bakınız, bunlar Türk değil hem Rum’dur.
İşte böyle bir zamanda vicdanen söylemek mecburiyetinde bulduğum sözlerin hepsini söyledim.Fakat, pek ümitsiz söyledim. İmdi, nihayet veriyorum ve hararetler karşısında omuzlarımı silkerek inzivagıhına çekiliyorum mücadele hay hat ki pek gayri müsavidir. Dava kaybolmuştur. Belki ileride müsaade olunursa ret ve cerhi gayri kabil olan bu vesaiki bir kitap şeklinde efkarı umumiyeye vaz ederim”
16 Ekim 2006