Fanatikliğin dozunu kaçıranlar, düştükleri rezil durumdan çıkmak yerine yalanlara, iftiralara, hakaretlere devam ediyorlar…
Ben gazeteciyim…
Bizim için bu seçim yalnızca bir dönemden ibaret. Üç-dört ay sonra bu dönemde bitecek!
Ceplerini daha fazla doldurma telaşında olanlar, yanlı yayınlarıyla yanaklarından alınacak bir makas, ceplerine konacak birkaç kuruş para için insanları yerden yere vurabileceklerini düşünerek, yazıp çiziyor!
Yazık ki, ben aday değilim!
Yazdıklarınızla boyum ne uzar ne de kısalır…
Seçimde kazanma yada kaybetme derdim de yok!
Bir süre sonra attığınız çamurun bırakın izini semeresi okunmaz!
Allah’a şükürler olsun alnımız ak..
Bulabileceğiniz sözcükler hakaretin ötesine zaten geçemez. O hakaretlerin hesabını da yüce Türk adaleti önünde verirsiniz..
Bugünün yarını da var!
Yaz bakalım…
Daha çok yaz!
Ama yazarken iki kat daha düşün…
Bana değil de hizmet ettiğin insanlara zarar veriyorsun. Onların kalemi ile yazdığını bilmeyen yok!
Bu sinirli, afallamış, ne yapacağını şaşırmış halin, durumunuzu ortaya koyuyor…
Çirkinleştirdiğiniz seviyeniz, kalitenizi ortaya koyuyor!
Bana abuk sabuk yazarken, okuruna da hakaret ediyorsun!
Çıkardığın gazeteyi önüne broşür gibi attığın vatandaşın bana ettiğin hakaretlerden zevk aldığını mı düşünüyorsun?
Aksine, adam gibi iki kelam etmiş mi diye yazdıklarına bakan vatandaş, “Bu adam yine kime sallamış” diyor…
Ama yok…
Sen devam et…
Küçült kendini…
Daha da diplere vur bitmiş seviyeni…
Ama biraz daha adaplı yaz. Unutma, o gazeteyi yaşı küçük çocuklar da es kaza okuyabilir. Bari çocuklara küfürlerinle kötü örnek olma…
Ha bu arada, reklamın olmasın diye gazetenin adını yazmıyorum!..
***
Bayramda herkesten ziyade onları yalnız bırakmayalım…
Bizi yetiştirip bugünlere getirenleri…
Bu konuyu kaleme alırken gelen bu sıcacık ve ders niteliğindeki kısa hikayeyi paylaşmak istedim;
“80’ine merdiven dayamış yaşlı baba ile onu ziyarete gelen -45 yaşında ve saygın bir işi olan- oğlu salonda oturuyorlardı. Hal-hatırdan, çoluk-çocuktan, havadan-sudan sohbet ettikten sonra oğlu susmuş, ayrılmanın sinyalini vermişti. O anda üzerinde oturdukları sedirin yanındaki pencerenin pervazına bir karga kondu. Yaşlı baba kargaya gülümseyerek biraz baktıktan sonra oğluna sordu: ‘Bu ne oğlum?’
Oğlu şaşkın, cevapladı: ‘o bir karga baba.’
Yaşlı baba kargaya biraz daha baktıktan sonra yine sordu: ‘Bu ne oğlum?’
Oğlu daha da şaşkın, yine cevapladı: ‘Baba, o bir karga’
Karga hâlâ pervazda, komik hareketlerle başını sağa sola çeviriyor, başını yan yatırıyor, havaya bakıyor, sonra başını yine onlara çeviriyordu. Yaşlı baba üçüncü defa sordu: ‘Bu ne?’
Oğlunun şaşkınlığı sabırsızlığa dönmüştü: ‘O bir karga baba, üç oldu soruyorsun. Beni işitmiyor musun?’
Yaşlı baba dördüncü defa da sorunca oğlunun sabrı taştı ve sesini yükseltti: ‘Baba bunu neden yapıyorsun? Tam dört defadır onun ne olduğunu soruyorsun, sana cevap veriyorum ve sen hâlâ sormaya devam ediyorsun. Sabrımı mı deniyorsun?’
Babası -yüzünde hâlâ bir gülümseme- yerinden kalktı, içeri odaya gitti ve elinde bir defterle döndü. Bu bir hâtıra defteriydi. Oturdu, sayfalarını karıştırdı ve aradığını buldu. Sevgiyle gülümseye devam ederek sayfası açık bir vaziyette defteri oğluna uzattı ve o sayfayı okumasını söyledi.
‘Bugün 3 yaşındaki minik yavrumla salondaki sedirde otururken yanıbaşımızdaki pencerenin pervazına bir karga kondu. Oğlum tam 23 defa onun ne olduğunu sordu. 23 soruşunda da ona sevgiyle sarılarak, onun bir karga olduğunu söyledim. Rahatsız olmak mı? Hayır! Onun sorusunu masumca tekrar edişi içimi sevgiyle doldurdu.’
04 Aralık 2008